17 Kasım 2015 Salı

Sevgi Denizi
İlk bakışta bunca sersemleyip sakarlaşabilir mi insan! Sizi ilk gördüğümde yüzünüzdeki sıra dışı tebessüme, parıltıya takıldı ayaklarım. Bir sersemlik yaptım işte; kendimi yere düşürdüm. Yıllar geldi geçti su misali önümden; yeri böylesi özlememişti dizlerim…
Zarif ellerinizden bir kelebeğin görkemli kanadına dokunurcasına büyük bir şefkatle, sevdayla tuttum. Gözlerinizin mahşerine, mahzenine girip aklımı başımdan alacak o muhteşem, yıllanmış şarabınızı içtim. Sizin kimi zaman durgun, asude, ruhumu dinlendiren kimi zaman fırtınalarında savrulduğum bakışlarınıza binlerce kere serenat getirdim. Artık işrete gerek mi var canım; ben her an sizin esrikliğinizdeyim.
Siz benim iki gözüm, şaşkınım, en güzel şarkım; siz benden ne anladınız bilmem! Benim böyle çocuklar kadar patavatsız, pervasız olmam, içimden ne geliyorsa sular seller gibi dökülüverişim bu yüzden. Unutmabeni çiçeğimsiniz, can sokağımın ışığı; bir bilseniz içimde yaşattığım dünyayı siz de şaşar sakarlaşırdınız eminim.
Sırlı biriydiniz, kendinize esaret! Bir o kadar ince ve insanca… Ben hep böyle gördüm sizi. Her sözünüzden, her edanızdan, duruşunuzdan, soluğunuzdan nasıl da etkilendim! Siz de etkilendiniz biliyorum; bu konuda ne kadar zorlasanız da kendinizi çok ele verdiniz. Ben sizin sesininizin yorganına düşkündüm, içimin kör karanlığını aydınlatıp ısıtan. Siz ise dupduru bir güzellik, kendi içinde kaybolup benim göğsümde uyuyan.
“Sevgi yaratıcın eseri” denmiş ya bilin ki sevgi gerçekten onun eseri olmalı. Ben bir zerreyim oysa bu sevda denizinde; yine de bütün kimyamı, dünyamı değiştiren anlamlı bir şehir yarattım sizde; ışıklı sokaklarınızı gezerken öptüm hiçbir ayağı kucaklamamış kaldırımlarınızı. Ulaşılmazımdınız buluştum, ellerimi ellerinize kavuşturdum… Ara sıra ellerimi uzatıp size dokunduğumda ise birden kaybolacaksınız diye yerli yersiz korkularla düşüp kalktım. Nedendir bilinmez; kavuşmayı hep darağacı görmüşüm bu ana kadar. Küçüğüm siz; bir unutmabeni çiçeği kadar güzelsiniz; bense bir kızılgerdan; belki sizden bile küçük; bir tutam… Ufacık bir ışıltılı bakışınıza neler ektiğim, neler yeşerttiğimse tamamen muamma!
Düşündüm de; kimi zaman duygu dolu yanımı, göğsümdeki kızıl yangını sevdiniz ya da beni sürekli yön değiştiren yarım akıllı bir rüzgar bildiniz. Aklımdan şüphe ettiğinizi bile düşünmedim değil!
Cancağazınız sağ olsun, ben sizden gelen her şeye kefil değil miyim? Ne sırtımda bir kambur ne yüreğimde bir höyük değil; gönül toprağımda gülüşensiniz. Şimdi daha iyi anımsıyorum yaşanılanları, o büyük felaketten sonra hayatta kalmamın siz gibi bir sebebi varmış belli ki…
Oysa ne olduysa, ne olacak olursa olsun hiç mi hiç şikayet etmemiştim biliyor musunuz? Olacak her şeye razıydım ben. Tam bir teslimiyet! Anlık serzenişlerim olsa da tüm acılara tebessüm edebildiğimi nerden bileceksiniz!
Ben sizde yanacağım galiba ve ilk kez bir yangından bu kadar çok hoşlanacağım. Bu durum bitimsiz bir şekilde devam edecek bunu hissediyorum ta ki günü geldiğinde son kez yüzünüze gülümseyeceğim ana kadar.
Dolup taştığınız sevgi denizinden bir yudum tuzlu su ben de içtim. Ne mutlu. Ah Okyanus Kadın; tuzunuza susaya susaya kana kana içtim! Benim de yıllarım denizlerde geçti, deniz aşırı coğrafyalarda dolandı kaderim. Böyle bir gün görmedim. Dökül dediniz, döküldüm işte okyanusunuza... Artık sır da kalmadı, sırça da; işte buradayım…
Hidayet DAL/Can Sokağı Lambaları

Yolculuk…

"Ona gitmek nihayetinde kendin olmayı seçmek gibi bir şey. Hiçbir şeyden sakınmayarak, eğilmeden bükülmeden dosdoğru yüz yüze kendi özünle çarpışarak. “Bütünlenmek!" Evet, her insan bir başına yarım kalıyor! Diğer yarı ya kendi içinde derinliklerde bir yerde ya da çok yol alınması gereken zorlu bir yerde... Çok meşakkatli bir şey olmalı şu bütüne varabilmek. Bir o kadar da vazgeçilmez; ilk duraktan son durağa kadar. Heyhat! Perde kalksın gözümden, duvarın ardına düşmeliyim. Dosdoğru böyle olmalı bu... Biliyorum; kolay olsaydı; anlamdan da yoksun olurdu. Ne kadar emek verirsem kendi içimde o kadar değeri artacaktır aşkın… Bazen kendi iç dünyamızın özüne duyulanın dışında da ne kadar değer varsa tastamam cümlesi için. Sözcükleri bir araya el ele tutuşturarak şiiri oluşturmak gibi. Sevebilmek yetisi diğerlerini de değerli kılacak, sınırlandırma ya da sınıflandırma olmadan… Oturup öleceğim belki bir gün bir geridönülmeze şöyle keyifle bağdaş kurarak. Ne öfke, ne kızgınlık, ne de daha beterleri, hiçbiri olmayacak yanımda; yalnızca bir tebessüm, bir buse, tatlı bir ezgi ile gideceğim. Evet mutlaka, bir gün mutlaka, ya bir göğsü kızıla ya da bir kırlangıca dönüşeceğim gittiğim yerde…"     (Hidayet DAL)

Hiç yorum yok: