27 Mayıs 2008 Salı

Şuursuz Sayıklamalar 3

at nefretini sök at pusu ciğerlerinden
dirilsin ektiğin gül(ün) devrilsin üstüne kestiğin
boğsun berzahını şafağın kanlı dudakları

sarıl suya sakla öfkeni “ben”lik beklentilerini
akça pakça ak (an)ın çirkin eklentilerini

öyle bir oh çek ki vazgeç(sen) şikayetinden
(düş) yara gününden düş “kara” gölgenden
içten gülmeyi bir öğren(sen) de bize gelsen


noktasız virgülsüz şuursuz sayıklamalar
aralık 2007/mayıs 2008

26 Mayıs 2008 Pazartesi

can sokağı lambaları

unuttur bana senli anları

sustum!

duymasın feleğin kulakları

kesilsin zülfüyare kul nefesi

yol yorgunu umudumun

yutsun çağrıcı ırmakları...

de ki;

sussun şu yürek çanları

yanmasın can sokağı lambaları…



07 NİS 2000

19 Mayıs 2008 Pazartesi

( a k ) s a k

hani içinizde bombalanır şehirler
misketine terk edildiğiniz
ve eteği yükünü alır zamanın
kapılarınız taşlanır
göz yuvarlarında nisyanın…

-suyu çekilmiş (an)ların kurak iklimleri-

gidi yel değirmenleri sizi
ne yazdınız ki dünyanın kara tahtasına
ne de nazenin cangılınız
mızıkçı püskülünüz
kızgın mı kızgın tabanlarınız
kalabaya takılır ayaklarınız…

efkar büyütün dizimin dibinde
iğne yapraklar gecenin “kara”sından
nereden geldiği belli olmayan
aklı karışık gemilerimi batırın
engin düşünce denizlerinizde…

-kazazedelerin tuzlu sularla savaşı bile değildiniz-

gerçekleri korkutsaydınız bari ürktüğüm
soylu gardiyanlığına saksılarınızın
tekme atan çiçek olsaydınız…

gelmeseydi kulağıma tamtam sesleri
ben de bilirdim az buçuk dans etmeyi
saklı şiirimde baldıran fırtınası
bir bacağım da kısaydı sanırım
anlamadınız…


18.05.2008

18 Mayıs 2008 Pazar

Issız aşk

kendini kanatlılardan sayan
bir deliydi aşk…
çekiştirdikçe lades kemiğinden
çığlığı yankılanır damarında.

aklımda ! aklımda !

nasıl tutuştu ki gönlüm?
şu koca dünyada atıp bir kenara her şeyi
canımı bıraktım kollarına.
bağrımda açan nergis kokulu saçlarında…

sararmış bir yaprağın
rüzgârıyla tango yapışı gibi
aşkla dans ettim soluğunda.
sevdim insanları sayende
sevdim dağı, taşı, toprağı,
kurdu kuşu, havadaki bulutu.
boğdum kirliliği yüreğinde;
ki en büyük günahım oldu bu...

senden sonra aslında benim
bütün öncelerim soldu.

koşumlarından kurtulmuş gece-gündüz
zülfünle sarmaş dolaş
nasıl dillendirilir ki?

ellerine yüreğine konmuşum
bir muhabbet kuşu;
enikonu çarpışırım sensizlikle!
sensiz ölebilmeyi düşlerken!

oy benim sevdiceğim,
oy kırılası elim,
serseri gençliğim.

bilmezler!
kabaran deniz dalgalarına benzerim.
sıla özlemi, anılar yumağı,
kördüğüm aykırılıklarım
yıkıntı hüzünlerde yüzerim...

kavuşmanın işleyebileceği
cinayetten mi korkarım bende
dilerim hayallerin
yere düşen karlar gibi
eriyip gitmesin düştüğü yerde...

kurtarma beni
bu anason ve arpa suyu sarhoşluğundan…

ölümlü bedenlerimiz
buruş buruş olduğunda bile
haykırayım kırağı çalmış gönüllere…

düşerken gayya kuyularına
tutunayım kara gözlerine.
aklım karşı karşıya gelince,
sesindeki tarifsiz ezgiyle;
ab-ı kevser ırmağını,
cennetini bulayım cehennemimde...

bu duygunun ihtirasında
ütopyalar yaratırım
bu koca labirentin her kapısı
açılır gözlerine,
yüreğine, asude bakışlarına,
hayran olduğum sadeliğine…
bir tek sana açılır bu kapılar
bir tek sana...

çiçekler açsın ellerin ellerimde
sancılansın dalımda tomurcuklar...
bu dünya deminde
kalayım koynunda
olgunlaşıp daldan düşene...

revadır bu ıstırap
yeni özlemler yeşertme içimde!
derin, asude göllere düşmesem;
tenin yanmasa sabah güneşinde
kara saçların omuzlarından süzülmese
dalga dalga yüzüme.
okşar gibi serin serin
uzanmasa zarif ellerin
bedenin bedenimde
yangınlar...
dökülmese gecenin esrarı
saçılmasa ortalığa...

biliyorsun;
zalim ayrılık acısı,
kar, kış, kıyamet,
gövertir insan etini.
getirsen de nedamet
çaresi yoktur;
mengene gibi kıskıvrak
yakalar seveni,
ele avuca sığmaz aşk...

buruk bir yalnızlığın kızıl sersemliğinde
başlar yine can çekişme!
niye durakalmaz zaman
nerede ay ışığının,
ay yüzlerde balkıması?
nerede ateşli bakışlarının,
suları yakması...
zindan gibi keder
saygısız!
yalnız yakaladığına,
ana avrat küfreder…

koyu-kuzguni bulutlar
kuşatır ak dorukları,
ablukaya alır.
geceyi basar hafakanlar
yakalar suskunlukları.
alevli bakışında bir hışım;
düşersin onulmaz dertlere
üstünde hasret yıkıntıları
yanarım!
ille de bakışların

dilim tutulur, avunur göğsüm.
en güzel kokulardan
daha da nefis gelir ölüm!

ten değil susayan yâre,
böyle avare avare...

içimde çınlayan sesin ninnisi.
yaşamak bu!
yaşamın nefesi...
narin gönlüm
unuttuğunda can korkusunu;
düşmek gelir peşine,
sarp kayalara, aşılmaz deryaya
vurmak gelir bu canı...

başım öne çekiyorsa bugün;
aklım kurşun ağırlığındaysa,
fikrim darmadağın
ve ezinç yüklüyse bulutlar,
elimde sigara gam tütüyorsa havaya,
akşamın kara çarşafında
bir tutam özlem
dalgınlığa sürüklüyorsa başımı.
ıslık çalıyorsa asi bir rüzgâr;
keyiflenip duruyorsa
giyotin şeklen her şey.
dört yanım çakal ulumaları!

niye üzgün
bu uyku kentinin âlim yıldızları?
geri gelir mi çağırsak,
geri gelir mi gençlik çağı?
alemin kıymeti harbiyesi,
yeni günün kaynar kazanı...

kalem-kılıç serüveni
mürekkebin cilvesinde kağıtlar.
en güzelden de gazel
okunup yıllanan kitaplar.
ağacın köküne, çiçeğin rengine,
bir bakarsın
kurşun mu yemiş göğün tavanı,
kan akıyor kirli oluğundan,
alevler sarmış bütün ‘afak’ı
şimşekler çakıyor sitemle
akıyor gözyaşları
can silkeliyor…

dönsün dünya
yine dönsün ama;
sarhoşluktan değil,
bu gece çakır keyfim.
dilimde veda türküsü
yok ki düşüncemin ölçüsü
koca bir ayrılık sırtımda...

bu dünyanın kızıl gerdan kuşları
ne de yakışıklı;
o çalı senin,
bu çalı benim,
seri bakışlı.
kıyılır mı onlara a canım,
acısındandır elbet
göğsünün kızıllığı...

şurda ağaçtan düştüm,
şurda arılar ısırdı,
şurda kolumu kırdım.
ısırgan otları arasında
gizlice öptüm birisini.
şurda sigara içtim
babamdan gizli...

bu esriklik
başa çıkmak ikiyüzlülükle,
bozguna uğratmak fenalığı.
ruhun acıkması bu;
düşüncelerin en heybetlisi.
aşkın temeli
sahi!
acısından korkan
tadabilir mi lezzeti…

canına ot tıkasada
çopur bir zangoç
kuyruğu küheylan
zamanın ipini çeker dönek
ağlar korona
ağlar kötünün eşkin sözlerine…

desem ki şimdi
ıssız bir aşka bulandım
can sokağı lambaları altında
bir türkü de ben tuttursam
can evimde nar’ı

canan bize geldi canım yere serdi
zülüf yere değdi ömrüm dize geldi

nice diyar gezdim bir bakışın sevdim
lal oldu dillerim ne de yaman sevdim

şems eyledim yarim aldım cana narı
yazık etti günüm bana kaldı harı

sır aldım inandım nigar oldu sardım
çekti gitti gülüm viran bağda kaldım



Mart 2000

16 Mayıs 2008 Cuma

düşürdüklerim

kırbaçlanmış sırtımda
delik bir çuval
ne burun deliği
ne de iğne
doymuyorum be
bencileyin arzularım
bencileyin yaşarım
duyarsızlık derler belki ama
cezaevinde duyarlılığım!

sus
derlerse sessiz kalırım
elbette
susmaz mıyım
billahi çıt çıkarmam
ucu Kaf Dağı’nda
değil ki burnumun.
alırım ölçüsünü boyumun…

nedir
bu tatmin meselesi
et ve işkembe hikâyesi
sonrası;
sonrasını boş ver
canım diyeceğim
ama olmaz böyle
soluğumdan önce
acaba ruhum mu terk etmiş beni

vallahi mesut değilim
sırtımdaki delik çuvala gelelim
ooofff!
hesabı getirin
Nerde benim düşürdüklerim?



20 Kasım 2007

8 Mayıs 2008 Perşembe

şuursuz sayıklamalar 2

ayrılık dediğin şuur artığı
eprimiş kaburgam sevdiğim
kekeme heybetimde kaybolmuş iklim

enkaz dönerim
Değirmen-dere’m kurur
uzanır cenderem kadehime
çeker demini şekersiz kahır
hava remil döşeğim çivi sensiz

uyumaz
maviliğin tuzunda kar
unutulmayan şarkın
geceye yağan incidir

yorgun abaküsün ebruli boncukları
saydırmaz kendini
kalemi el değil yürek tutturmuş
şiir diye yutkunan serkeşe

elleşir yarasıyla sevişen ıslak sokaklar
çıkmaz
leyli söylenir
kudurgan mürekkebim salkım saçak
çalkalandıkça bir milim silkinir
karam

nasıl bilebilirim lüzumundan fazla
gelinciğim sen düşünce ökselere
sırma uçurumum
yüzsüz kalyonum sel sularımda

orta yaşı devirmiş şen şakrak olmak zamanı
uzak tebessüm
sırtta parmak ucu sıcaklığı

anneye gidildikçe mi gelir çocukluk
tarazlanır yüzümde ansızın
nihavent
eski zaman kaçkını

gün aşırı heybemde tenhalık
kapı zilim telaşlı
çipil çipil suratı
gıcırdar içim kederinden
kör lambam merdiven

yuvarlanırım ninnilere üryan
ağlar içim
için için susamadan



noktasız virgülsüz şuursuz sayıklamalar
mayıs ikibinsekiz

6 Mayıs 2008 Salı

yanı başında

etten kemikten değil söyleyemedikleri
ağzımla sevişen şarabın terbiyesizliği
aşka düşürür serseriliğimi

devingen iç karmaşıklığımın imbiğinden silkinip
övünüp durur gözleri kapalı
dokunduğum ateşle çiftleşmişliğim

neşe ararken şunun şurasında
ekşiyor yüzü sözcüklerin
unutmabeni saksısında

dünyaya öfke
içime secde
düşüme sehpa kurulmuşum
kimi tapınır kimi ölürüm
ölümdür belki de tebessüm
yol ayrımlarında

sırtımın hummasında ılık rüzgarlar estirip
öpüşürüm tuzdan sararan yapraklarımla
kimseciklerin haberi olmaz
sevmek değil mi ki kabahatim
dudağından içtiğim

kim kimsesizliğime "yar" edinmiş
hülya adlı düşün koynunu
yerlere çalmamış mıyım dilimin tafrasını
ve kim diyebilir ki “O” yoktur
varsın yok sanılsın canım

kıvrılıp mısraların kalbine
sağarım zamanın göğsüne serdiğini
nasılsa geri alırım kendimi

-kapamalıyım şimdi gözlerimi-



03.05.2008