kendini kanatlılardan sayan
bir deliydi aşk…
çekiştirdikçe lades kemiğinden
çığlığı yankılanır damarında.
aklımda ! aklımda !
nasıl tutuştu ki gönlüm?
şu koca dünyada atıp bir kenara her şeyi
canımı bıraktım kollarına.
bağrımda açan nergis kokulu saçlarında…
sararmış bir yaprağın
rüzgârıyla tango yapışı gibi
aşkla dans ettim soluğunda.
sevdim insanları sayende
sevdim dağı, taşı, toprağı,
kurdu kuşu, havadaki bulutu.
boğdum kirliliği yüreğinde;
ki en büyük günahım oldu bu...
senden sonra aslında benim
bütün öncelerim soldu.
koşumlarından kurtulmuş gece-gündüz
zülfünle sarmaş dolaş
nasıl dillendirilir ki?
ellerine yüreğine konmuşum
bir muhabbet kuşu;
enikonu çarpışırım sensizlikle!
sensiz ölebilmeyi düşlerken!
oy benim sevdiceğim,
oy kırılası elim,
serseri gençliğim.
bilmezler!
kabaran deniz dalgalarına benzerim.
sıla özlemi, anılar yumağı,
kördüğüm aykırılıklarım
yıkıntı hüzünlerde yüzerim...
kavuşmanın işleyebileceği
cinayetten mi korkarım bende
dilerim hayallerin
yere düşen karlar gibi
eriyip gitmesin düştüğü yerde...
kurtarma beni
bu anason ve arpa suyu sarhoşluğundan…
ölümlü bedenlerimiz
buruş buruş olduğunda bile
haykırayım kırağı çalmış gönüllere…
düşerken gayya kuyularına
tutunayım kara gözlerine.
aklım karşı karşıya gelince,
sesindeki tarifsiz ezgiyle;
ab-ı kevser ırmağını,
cennetini bulayım cehennemimde...
bu duygunun ihtirasında
ütopyalar yaratırım
bu koca labirentin her kapısı
açılır gözlerine,
yüreğine, asude bakışlarına,
hayran olduğum sadeliğine…
bir tek sana açılır bu kapılar
bir tek sana...
çiçekler açsın ellerin ellerimde
sancılansın dalımda tomurcuklar...
bu dünya deminde
kalayım koynunda
olgunlaşıp daldan düşene...
revadır bu ıstırap
yeni özlemler yeşertme içimde!
derin, asude göllere düşmesem;
tenin yanmasa sabah güneşinde
kara saçların omuzlarından süzülmese
dalga dalga yüzüme.
okşar gibi serin serin
uzanmasa zarif ellerin
bedenin bedenimde
yangınlar...
dökülmese gecenin esrarı
saçılmasa ortalığa...
biliyorsun;
zalim ayrılık acısı,
kar, kış, kıyamet,
gövertir insan etini.
getirsen de nedamet
çaresi yoktur;
mengene gibi kıskıvrak
yakalar seveni,
ele avuca sığmaz aşk...
buruk bir yalnızlığın kızıl sersemliğinde
başlar yine can çekişme!
niye durakalmaz zaman
nerede ay ışığının,
ay yüzlerde balkıması?
nerede ateşli bakışlarının,
suları yakması...
zindan gibi keder
saygısız!
yalnız yakaladığına,
ana avrat küfreder…
koyu-kuzguni bulutlar
kuşatır ak dorukları,
ablukaya alır.
geceyi basar hafakanlar
yakalar suskunlukları.
alevli bakışında bir hışım;
düşersin onulmaz dertlere
üstünde hasret yıkıntıları
yanarım!
ille de bakışların
dilim tutulur, avunur göğsüm.
en güzel kokulardan
daha da nefis gelir ölüm!
ten değil susayan yâre,
böyle avare avare...
içimde çınlayan sesin ninnisi.
yaşamak bu!
yaşamın nefesi...
narin gönlüm
unuttuğunda can korkusunu;
düşmek gelir peşine,
sarp kayalara, aşılmaz deryaya
vurmak gelir bu canı...
başım öne çekiyorsa bugün;
aklım kurşun ağırlığındaysa,
fikrim darmadağın
ve ezinç yüklüyse bulutlar,
elimde sigara gam tütüyorsa havaya,
akşamın kara çarşafında
bir tutam özlem
dalgınlığa sürüklüyorsa başımı.
ıslık çalıyorsa asi bir rüzgâr;
keyiflenip duruyorsa
giyotin şeklen her şey.
dört yanım çakal ulumaları!
niye üzgün
bu uyku kentinin âlim yıldızları?
geri gelir mi çağırsak,
geri gelir mi gençlik çağı?
alemin kıymeti harbiyesi,
yeni günün kaynar kazanı...
kalem-kılıç serüveni
mürekkebin cilvesinde kağıtlar.
en güzelden de gazel
okunup yıllanan kitaplar.
ağacın köküne, çiçeğin rengine,
bir bakarsın
kurşun mu yemiş göğün tavanı,
kan akıyor kirli oluğundan,
alevler sarmış bütün ‘afak’ı
şimşekler çakıyor sitemle
akıyor gözyaşları
can silkeliyor…
dönsün dünya
yine dönsün ama;
sarhoşluktan değil,
bu gece çakır keyfim.
dilimde veda türküsü
yok ki düşüncemin ölçüsü
koca bir ayrılık sırtımda...
bu dünyanın kızıl gerdan kuşları
ne de yakışıklı;
o çalı senin,
bu çalı benim,
seri bakışlı.
kıyılır mı onlara a canım,
acısındandır elbet
göğsünün kızıllığı...
şurda ağaçtan düştüm,
şurda arılar ısırdı,
şurda kolumu kırdım.
ısırgan otları arasında
gizlice öptüm birisini.
şurda sigara içtim
babamdan gizli...
bu esriklik
başa çıkmak ikiyüzlülükle,
bozguna uğratmak fenalığı.
ruhun acıkması bu;
düşüncelerin en heybetlisi.
aşkın temeli
sahi!
acısından korkan
tadabilir mi lezzeti…
canına ot tıkasada
çopur bir zangoç
kuyruğu küheylan
zamanın ipini çeker dönek
ağlar korona
ağlar kötünün eşkin sözlerine…
desem ki şimdi
ıssız bir aşka bulandım
can sokağı lambaları altında
bir türkü de ben tuttursam
can evimde nar’ı
canan bize geldi canım yere serdi
zülüf yere değdi ömrüm dize geldi
nice diyar gezdim bir bakışın sevdim
lal oldu dillerim ne de yaman sevdim
şems eyledim yarim aldım cana narı
yazık etti günüm bana kaldı harı
sır aldım inandım nigar oldu sardım
çekti gitti gülüm viran bağda kaldım
Mart 2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder