25 Nisan 2008 Cuma

öfke Kontrolü





Öfke kontrolü hakkında bin türlü martaval okur psikoloji uzmanları. Oysa yeryüzünde hiçbir şey kontrolünüzde değildir ve çoğunlukla olaylar sizin kontrolünüzün dışında gelişir.



Bir şeyleri kontrol etmeye çalıştığınızda doğadan uzaklaşır, akışı bozar, mutlaka bir dengesizlik yaratırsınız. Bıktım artık öfkeyi kontrol etme çabalarından. Çünkü kendimi bu derece kısıtlamamı hak etmiyor insandan bozma varlıklar.



Gecenin bir yarısında ortalık yerde böylesi düşüncelerin çivili yatağında sabaha kadar uyuyabilir misiniz? Hiç uyumak dilemiyorum açıkçası. Gün aydınlanana kadar etimi çimdiklemek istiyorum… Kendime gelir miyim bunu da bilmiyorum…



Aslında size yapılana bir tepki verememe durumunda; “haksızlık” denen olguyu adet haline getiren karşınızda olsaydı iyi niyetinizi boğazlar ya da bir böcek gibi ezer belki de vicdan azabı duymazdınız. Oysa ne kadar da vicdanlıyım diye düşünürdüm eskiden. Vicdan micdan yok kardeşim…



Vicdan Leo Buscaglıa’nın 9 numaralı otobüsünü kaçırıp kaldırımlara düşmüş…

Birini tanımadan, onunla doğru düzgün iletişim kurmadan, önyargılarından ya da hazımsızlıklarının varsayımlarından yola çıkarak kendi kaprislerinin girdabında devinmek başka nasıl yorumlanabilir ki?



Şimdi biz durduk yerde tepinsek, kendi kendimize veryansın edip öfke mahzenine dalıp bozuk şarapların kanlı denizine dalsak adalet yerini bulacak mı?

Hayır!

Kahretsin ki hayır!

Çünkü tepkisel olarak verdiğiniz bir karşılık size yapılan haksızlığı hiçbir şekilde dengeleyemeyeceğinden karşılaştığınızı da bertaraf edemeyeceksiniz.

Yani kamyon dolusu öfke içseniz de rahatlayamayacaksınız arkadaş. Buna gerek var mı? Kendini kirletmekten başka ne işe yarar Allah Aşkına!

Bizim bu tip anlayışsızlıkların kamçılandığı hipodromlara girmişliğimiz, onlara ganyan yatırmışlığımız mı var?



Dağ başında ağaç yaprağı yiyerek kendi kendine kalmayı, dağların şenliği olmayı ya da şizoid kişiliğine sarılmayı tercih edebilir kimi zaman insan burnu büyük kibir budalası prototiplerle karşılaşmaktansa.



Ağır gel arkadaş, sapa yollara dikenli patikalara düşme!


Nisan 2008

22 Nisan 2008 Salı

feleğin çemberine dokundurma (şuursuz sayıklamalar)

çaldık derisini kızılcık sopasıyla uyandı
feleğin çemberindekiler(le) dokunsan
kahrolacak kadar ciddi bir oyun
oynuyorduk bilmiyorduk kenefler
yokuşunda kocayemiş ağacından yapılma
kızaklarımız patlıyordu yaşını unutmuş
çınarın karnında yağmurun sadağından
fırlayan şimşekler çakıyordu yüzümüzde
şebnem dalgalanıyordu is karası tuzuyla
içiyorduk gözyaşlarımızı hamalıydık bozkırda
kekik kokularının eteğinde sınanıyorduk

körpe yosmaların terinden çalınmış ekşiliğimiz(de)
vuruyordu tenimize aşırdığımız yumurtaların
cıvığında içiliyor yıkanıyorduk kavak üstünde
dar patikalarda kirpisini beğenmeyen
kestaneler toplanıyordu öfkemizde aynaları
tutuşturuyor yüz vuruyorduk sığ sulara
söğüt dallarına öykünen suretimizden

bir hatıratın darbımeseli değildi bu
ve iniltileri bencildi yalnızlıkların musallat
olmuştu inler cinler semaha durmuş dalımıza
yaprağımıza musalla taşında yokuşa süren
çıkışsız soruların şuursuz sayıklamalarında
hafakanlarımız boğuluyordu kupkuru boğazlarda

servi salınmalarının gece sessizliğinde dansa
kalkıyordu ılık rüzgarlarla cenaze suratlar

güzel bir kadın(ın) penceresinde ahkam
kesiyordu kırık satırıyla hatırı hiç ediyordu
belleğinin boy aynasının gürültülerine
karışıyordu fahişelerin şuh kahkahaları
yalıyordu şehrin kaldırımlarını şehvetle

kudurmuş kirli çamaşırlar yıkanıyordu
yanık ırmak kenarlarında
yanlışlıkla yerden yere vuruyordu
kendini bir utanma duygusu cahil
can dumanını savuruyordu pespaye
revaçta sanat kara oportünist çuha
çiçeği mavi atlas şarkıları söylüyordu
yalı çapkınlarının yanar döner kanatlarında
davacımız kadı olmuştu devşirme değirmende
çekilen masmavi saç tellerimizde deliliği
eğiriyorduk incindi kelebeklerimiz sel
boşanıyordu mülteci ıstıraplarımızdan

körkütük bacasız telaşlarımız kınalı kabahatimiz
sonsuz serüvenci ölülerimiz kırkayak
kervanı yalanımız yamalı parmaklarımız
kemirgen huyumuz mesnetsizliğe bürünüyordu
nasırlı yolcuyduk kanıyordu akvaryumumuz

kalburüstü mezbahaya döndü entipüften
hurdalık tezgahı dakikalık hüzünlerimiz
yediğimiz ihanet ekmeği nilüferlerimiz
aheste seste bu kıyımın sövgüsü kimin
umurunda sırt üstü zirveye çıkıyordu
tarih yansımaları gri alabandamızda
kehribarımsıydı gökyüzü aklımız almadı
patladı başımıza kabak yalapşap

ipte bir cambaz tırmandı hıçkırığına
yaseminler suç üstü akşam üstü iplik
iplik ihanet buğulandı öksürdü
kusmuğunu köpüklü dalgalarda salkım
saçak tahakkümü tahammülsüz kaynadı
kazan yeni günlerin kanayan yaralarına

çoluktuk çocuktuk çalı çırpıydı boyumuz
katmerli badem çiçeğimizi yetiştirdik
unutmadık ağlamaklı bakar zulüm timsahın
cüzdanında sırtlan kuyusu düştüğümüz
duvarına inat çatlayan çiçek (g) kördüğümüz



noktasız virgülsüz şuursuz sayıklamalar - 21.04.2008

16 Nisan 2008 Çarşamba

özlemekten çıktığım yolda

anne;

dökme gözyaşlarını boynumdan karnıma
zehirledim senden gayrı hasretleri
bıraktım ıssız bir yol kenarında…

uyuyamıyorum kendim içre döne döne sandalyemde
sessiz ve kimsesiz bir zaman boğmacasında
kelamı kilitliyorum ciğerime
bütün iklimler aynı
ikircikli karmaşa…

göremiyorum anahtarını burnumun dibindeyken
soyut hapishanemin…

gitti bütün sevgililer hiçbirine gelmemişim
bu yüzden mi yaşama uğraşımı zehirlemişim…

-kurumuş çatalında uyuduğum akça kirazlar-

süpürge sapı ehlileştirememiş hiçbirimizi
bu yüzden aykırıyız belki
bu yüzden uyumsuz ve huysuz…

gülüp el şaklatan şarlatanlığın
gözbebeklerinde ritim tutuyor yakamozlar
bitkin
belleğimin mahcup metaforları
bulanık suya eğilmekten
bıktı
sahnelenmiş oyunlardan sakar rollerden
biçilen figüran elbiselerinden…

-bir tartının garip ritminde kırıldı ayaklarım-

özlemekten çıktığım yolda
küfrediyorum yanıp sönen istasyon vitraylarına…

vazgeçtim yaprağımın sevincinden
kopardım aşkın kuyruğundaki şehbali
bıraktım neşeyi
kimliksiz bir adada hülyam

-noterlere götürüp nüfusuma aldırdım yalnızlığı-

anne;

dökme gözyaşlarını saplama bağrıma
çeyrek asırlık hasretliğim ilk göz ağrım
gidesim yok yatağıma…



15.04.2008

13 Nisan 2008 Pazar

ne de güzel sevdim

Şehla bakış yandım ben sana inandım
Çoktan unuttum dünü nara bulandım

Nur’dur yüzün canda fikrim masalında
Yazan el değil ki gönül destanında

Yolun yolum olur avcı kim desen de
Şikâr eyler beni bir el vermesen de

Yaz olur çağlarım kış gelir ağlarım
Derdim günüm aşktır yaramı dağlarım

Soru soran sen cevap veren bendim
Derdiğim diken mi ne de güzel sevdim

Nedir bu yoğunluk nedir canım sende
Bir de sorarsın bana ne buldun bende


02.12.2007

sardunya bakışı

an be an tavaf etmese boynumdan,
çağlamasa göğsüme isyankar saçların,
çağlamasam yalansız kepeneksiz yalın ayak,
baş kabak baldır çıplak soyunamasam
yolunu gözlediğim uzak ülke hasretliğim,
gütmek kolay olur muydu sanıyorsun hayatı
kağnı kağnı sancılanırken yaşamak…

diri bir kıvılcım düşmese aklıma ara sıra.
olmasa inanmışlığım,
seviyorsun diye kandırmasam
çekilmez olurum çekemem bunca depremi.
gözlerin gözlerimin önünden yitip gidiverse bir kere,
düşerim çitlembik dallarından
kırılırım asfaltlara…

yüzünden bir sardunya bakışı iç ürperten
tozlu böğürtlen kokuları gelir eskilerden...



09.04.2008

4 Nisan 2008 Cuma

uçurumdan bozma

soyunup kutsal hezeyanına
sıvazlamamalıyım sırtını bu kavak üstü yalnızlığın.
şairini erkenden öldürmemek için…

çağcıl Rus ruletleri oynamamalıyım artık kadınımla
bin kere tetik düşürmeliyim içimdeki zindanı kurtarmaya.
az da olsa ağlamalıyım yine de
kündeye getirilmiş aşklarıma…

öyle bir tokat ki yüzümün cenderesinde kirli şehir uğultuları
hep bir kuytuluk arayışı
kargacık burgacık da olsa…

sızlamış kaburgamda izi kalmış erozyonlarım
katmer katmer uçurumdan bozma “yar”larım…

bu mavilikler içre kaç kıçı kırık su yuttum
en tuzlusundan!
ne denizler yakaladım gecenin katran koynundan.
paslı demir yığınlarının asbest solukları.
üstümden geçen kedi katili fareler.
mavimi çaldılar.
kara boğazıma saplandı
yutkunamadım.

avuçlarımda bir çavlan eriyor şimdi
az kaldı ölüyorum.
görüyorum.
ölümün geldiğini beynimin şaşı dehlizlerinden
bir acı mayalanıyor göğsüm atlasında;

baba;

beni bir şiire sakla!



hidayet dal/Can Sokağı Lambaları
can sokağı lambaları - 02.03.2008

1 Nisan 2008 Salı

ölü konçerto

soğuk “düş”ler aldık
soluğunuzda.
bağıra çağıra sözlerimiz
yumrulandı yokuş yukarı.

ökselere düştü çığırtkanlık,
gülünüzden pütürlü bir şarkı,
dilinizden buz dağı kopardık.

düştük amorf aşkların tuzağına
yüzünüzün tutuşması yalan
anladık.

çiğnendi
beynimizde karınca yuvaları
uludu ağaçların gölgesi
gebe bıraktı karanlığı
ölülerimiz…

ay fukarası solo gecelerde
geçti dalgasını
sürü denen illet
kendi konçertosundaydı.

bir gümbürtü ki koptu çiçeksiz
korku korkuyu emzirdi.

gülüşler gevrek gevrek
lümpen etoburlar
çemkirdi kulağımıza
bas bariton kahkahalar.

üşüdük aşka susadık
can kırık bir dal parçasıydık
yüzümüzü toprağa ufaladık…


31.03.2008