31 Aralık 2007 Pazartesi

Buğulu CAN’a Yazılan

doğum!

kordonu boynunda bilmece.
annenin çığlığına karışmış sevinci.
kıpkızıl bir denizde
kaderine yangın ağlayış.

çocukluk!

benekli çoban aldatan duru sularda.
büyükleri pataklayan patavatsızlık.
imrendiren insanlığa.

büyüklük!

ona aldırma be canım!
dilim lal!
kafama iner kaşkaval!

aşk!

kanatlı dişinin en uzun tüyü şehbâl;
görkemini korur;
koparılıncaya.

ve acı!

yaralı kuş…
çok erken düşer kimilerinin bağrına.
yuvalanır kalır;
ölene dek kanar aşiyan cana.



Hidayet DAL/ISSIZ ADAM
2008-01-01

***(Doğum günümde ölüme bir yıl daha “yaş”lanmanın mutluluğu yudumladığım.
2008 kağnısından tüm dostlara selam olsun!)

Tekaüt Mehmet

kelamın en zor yerinde
iki büklüm olmuşum!
ar çivisi sökülmüş hayatın.
tuzlu sularda boğulmuş
iç sesimiz!

anasının örekesi
ahlak kumkuması mıyız?
şeytanın zapturapta aldığı,
çocukların tükürdüğü,
bozuk bayram şekeri…

kimin pasını aldık canımızla?
hangi kiri yunduk
dere kenarlarında tokmakla?
ya da hangi keşkeği nasırlı ellerle!
emek;
günebakan çiçeği.

kul mu olduk Anadolu’ya?
kan mı verdik?
top mermisi mi yedik?
ve kasıklarından kesilmiş bacağı
tekaüt dedemin!
madalyasını satarlar pazarda.

ben de utanmadan;
ahkam keserim mısralarda…


2007-12-31
Hidayet DAL/ISSIZ ADAM

kibrin nar'ı nur'u olur mu?

zamanın öğütücü karanlığı,
seren direğime asılı!
demirim balçık.
denizim taşkın.
eşkıya bakışlı acım!

yönünü mü şaşırdın kızan?
ben gibi deprem mi gördün?
bıktım sil baştan,
arlanmaz taarruzundan.

kuru bir dal sandın her hal!
zalimce kestin nefesimi.
kazmayla tarla kazardın;
kazmayla kazdın elimi!
yere çal diyetini…

payanda istemem!
yanıp yıkılmak değil kaygım.
yok ki postum.
savurdum külünü.
ben artık yokum!

çıkmaz sokağında sarkaçlar
ve paslı demir parmaklıklar.
biri ense köküme;
diğeri mahpusluğuma.
senden bana miras;
birkaç adımlık volta!

şimdi;
hava korkusuz bir it uluması.
ciğerime saplanacak dişleri.
ya ısıracağım ulumayı
ya da unut beni!

“al” aşkını ver misketlerimi.
kibrin nar’ı nur’u olur mu?
ortalığa saçtım çiçekleri.
kaldırımlarda kalsın;
ezsin gelen geçen,
sana derdiğim sevgimi…


hidayet dal/ISSIZ ADAM 29/12/2007

Boyansın gök/yüzü'm intihara…

doğa/m talan;
sıfatım insan.
doğuşum adem;
düşüşüm katil !
çöpe atar gözleri çapaklı cenini,
canlı!

ey iki ucu keskin hakikat!
vur boynumu en dik duruşumda.
köleler isyan etsin arenaya.

ihanet üzerine kurulu dünya.
sevgi enkaz!

savaş olmadan barış mı ?
uydurma!

göster yaramı!
nasıl tepemde dolanır alıcılar;
bir yarasa çığlığı kanımda,
etim didik didik,
leşimde akbabalar!

kilit vurduğum küfürleri,
sal şimdi!
kan kokulu nehirlere.

kapansın açılan kapılar,
yağmacılar yalansın dursun etrafımda.
Spartaküs nasılsa mezarında…

sevmelerim çocuk ölüsü;
süslü söylevlerim,
bencilliğime kürsü!

boyansın cümle gök/yüzü''m intihara;
“kara” lara “yas” lansın,
ez/sin insan sıfatımı!

uyumak istiyorum kendi gayya kuyumda.


hidayet dal/ISSIZ ADAM/28/12/2007

25 Aralık 2007 Salı

Kim duyar seni?

kınından kusulmuş ferman.
ihanetin boynunu vuran kılıç
şairinin celladı şiir...

gözleri kör eder ışık.
şehir;
bombalanmış şehir...

enkaz altında düşler.
hayaller vurgun
şair;
kendi cesedini görmeye muktedir...

bir fısıltı olmuş yalınlık.
al kanlara boyanmış!
dudaklar esir
kulaklar sağır
kim duyar seni?

ikinci el satılık şiir!


hidayet dal/Can Sokağı Lambaları

24 Aralık 2007 Pazartesi

Karşıyaka Fısıltısı…

karşıyaka fısıltısı gece,
park öksüzü bir şarkı mırıldanır.
yağmur damlacıkları koynunda.
bir cigara tellendirir,
içer ıssızlığı kadehte…

birbirine düşman olmuş,
alt ve üst çene!
savaşı dökülmüş denize.
nefretini püskürmüş;
yakamozu şaşkın suların.

görmedi buğulu penceremi;
ışığa kör bir sığırcık,
ağır aksak şiiri kanadında,
düşüverdi ellerime…

hidayet dal/ISSIZ ADAM

22 Aralık 2007 Cumartesi

Kapıya dayanan eskici…

unutmak istiyorduk anıları,
boyunlarına ket vurmak.
unutamadık!

döküldü yapraklar dallarından,
yoruldu yıllar zamanın devşirme değirmeninde.
düzeltmek mümkün olmadı.
kazanmak düşmanımız!

sussa da sazendeler;
duyduk hep içimizdeki suyun
/berrak sesini.
acıya kardık,
acıya sarıldık.

acı yorganımız; ısıtan,
mısralar insanı büsbütün hırpalayan!

kimin "ah" ı tutar bize?
kim “ah”ını temren eder yüreğimize?
"yâr" demek "uçurum" demek değil mi?
sırtımızdan kim iter falezlerin derinliğine?

varsın oynasın el!
şak şak "el" çırpsın kendi yayığında;
yağ yapsın!
mahalle aralarında çaşıtlık;
dedikodu kazanları kaynasın...

"el" olan vursun nalıncı keserini,
bir bir kendine yontsun!
abaküste sonucuna varamadığımız
/hesaplardır boğuştuğumuz.
ve cevapların kursağında düğümlenen,
/sorular sorduğumuz.

takılma düşmana!
onun tuzağı ayı kapanı!
fakat serçede gözleri !
bir tutam et için,
/yiyip bitirir kendini.

ağıt şanımızdan.
sessizlik ağıdı bizimki;
soluğu duyulmaz;
hissedilir yalnızlığın kundağı,
ağlar bebeğin nefesi,
ağlar kaderine.
ve ölüme güler günü gelince.

kapıya dayanır eskici,
yaşam eskiyince!



Hidayet DAL/ISSIZ ADAM

Ferhad GÜLSÜN

bilimi rüsva eden bir ağrı
sarıldı mısralara.
"bal eyledi acıyı"
"Hasan Hüseyin’im" gibi
ve "aşk" oldu sancı...

ey dost!
"yar" şimdi boğduğum yüreği
tam da ortasından;
aksın kirleri utancın oluğundan.
bakışlarım kör bıçak!

yol olsun
yolcu olsun
dağ olsun heyula!
ram olsun karşı koyamayana...

boş yere mi geldik bu pınar başına ?
içtiğimiz kan
geviş getirdiğimiz can
değirmende çekilmek bu an
birbirimizi yediğimiz...

ne kurban eden
ne kurban olan
bu bayramda
aslını soluyan gırtlağında
kül olsun yalnızlık çıkmazı
aşk ocağında nar

Ferhad’ım Gül/sün


Hidayet DAL/Can Sokağı Lambaları





**“yar olmadı tambura cümbüşün teli
bir ney ağlıyor tenhada nefesi saba”(Ferhad Gülsün)

Ben artık deliyim; size meczup !

Çağırmayın lütfen! Yığılıp kalırım sizi görüverince... Gülümseyerek ölmek isterim kollarınızda. Tam da size dokununca kaybolmadan! Sizden önce kayboluveririm; düşerim derinliklerin bilinmeyen bir kuytu köşesine.

Kayıp olunca ben; "aşk"a aşıklığım kar gibi eriyiverir avuçlarınızda; bin hayata veda ederim usulca.

Kaş yaşam sığdı ki nefesime? Sayamadım! Hesapları hesaplamayı unuttum. Artık suyun akışına, çakmak taşlarını parlatışına, kuşların uçuşuna, çiçeklerin kokusuna dahi yorgunum. Eskiden bilmediğim bir yüz yorardı yüreğimi. Her gece onunla buluşurdum. Ellerinde çocuktum; ana şevkatiyle severdi; kimselere dokunamayışları dokunurdu bana. Bir ödül gibiydi yaşamım boyunca.

Onu dahi unuttum. Şimdi başka şeyler var aklımda. Kaç zamandır bir ağrım var. Fizyolojik değil ! Bu ağrıyı kim koydu bağrıma? Sevdirdi böylesi... İstediğim her şeyi görüp dokunabilme gibi bir güç veriyor. Say ki kul kendine döndü, semaha duruyor içinde bir halk'a.

Bütün şehir üşüyor; ben yanıyorum, dokunduğum her yer yangın !

Yetişir bu ödül koca ömrüme! Cenneti görürüm önce; sırtımdan itseler de cehenneme! Yapmayın lütfen! Kalbim sıkışıyor anlayın beni; size vuslatı düşündükçe...

Bu his, bir dağ kamburu oluyor lav püskürten yüreğime... Allah saklasın! Yakarım sizi bakışlarımın aşk acısıyla ve çok ağlarsınız ardımdan; döner gözleriniz kan çanağına!

Yetişir, bunca mutluluk bana! Şu an ölmek isterim; bu büyülü "an" ları bozmadan ve sizi hiç mi hiç göremeden... Canım efendim! "Can"sınız; canan!

Ben artık deliyim; size meczup!


Hidayet DAL

21 Aralık 2007 Cuma

Aşk rüyası.. .

Size ihtiyacım olduğunu seziyorsunuz belki de! Gereksinimimi inkâr mı edeyim! Eksikliğinizi daima hissediyorum. Yıkılmaz bir anıt gibi düşünürken kendimi, şimdi öyle yorgun ve ağrılarla doluyum ki koluma biri girmese yere yığılacak bir hüzün yumağıyım dertop olmuş... Bu yüzden mi kayıtsızlığınız? Yılların biriktirdiği dağ yangını, deprem kalıntısı yalnızlığımın altında kalmış gibiyim. Zorlanmaya başladı kalbim... Şikâyet ediyor benden. “Bırak kendini” diyor. “Yıllardır nedir senden çektiğim?”

“Tedavi et kanatlarımı; onar yaralarımı; sızlamaktan acıdı canım; yetişir! Bende çocuklar kadar gülmek isterim. Ya öldür beni ya da uçur maviliklere; özlemlerimi çağlamak, bırakmak istiyorum kendimi çakmaktaşlı bir akarsuyun kucağına… “ Gönlüm iyice sıkıştırmaya başladı beni… Ona yardım etmezsem terk etmeye karar vermişçesine korkutuyor, çok uzaklara savrulacağını söylüyor! Elimden kayıp giden bir yıldız misali göçüp gidecek karanlığıma ektiğim gökyüzünden!

Artık ay aydınlık olmak istediğini haykırıyor! Bir birikmişlik var içimde çok uzun zamana yayılan… Kimselere anlatamadığım, kelimelerin tarifine yetersiz kaldığı... Öyle hassas bir kalp olmalı ki karşımda; güvenebileceğim, kendimi savunmasız bırakabileceğim, tüm zırhımdan soyunacağım biri işte… Maneviyatımı anlamlandıran bir arınma hali... Şimdi yaralı kalbimi versem iki avucunuza bir kuş gibi ve önünüzde diz çöksem; dilesem sizden bana gördüğünüzü söylediğiniz şu rüyayı…

Anlatsanız; “sır”sız; bütün yalınlığıyla... Ve bir gerçeğin şarkısını dinlesem hiç unutamayacağım; ezberlemekten usanmayacağım… Yeni doğmuş bir şarkı olsa yaralı yüreğimin kulaklarında.

Hayatta yapayalnız kalsam da onu avutacak bir şarkım olsa en azından. Cömertliğinizi gösterin bana! Serçelere sunulmuş buğday tanelerince duygunuzu bir güzel serpiştirin yaralarıma… İçinde hazanda olsa bu enfes şarkıyı dinlesin yüreciğim; çevir çevir yeni baştan başka hiçbir ezgi duymamacasına…

Bırakmayayım kendimi tarifsiz boşluklara, anlamlansın gökyüzü, baktığım deniz, soluduğum hava… Artık bıktım zafer kazanmaya çalışmaktan, bu savaşlarda yaralandım, kabuk bağlattım, dağladım yaralarımı “kor”la...

Bir kere de yenilmek istiyorum bu savaş meydanında. Ellerimi kaldırmak bütün teslim olunmuşluğumla...

Yaşadığım hayata karşı açık vermek istiyorum. Bir kuş kadar savunmasız olmak ! Acıya dayanıklı olabilirim. Yine de yaşamım tamamen kontrolümde diyemem. Daha çok; akışını ve berraklığını sevdiğim bir nehrin coşkusuna kapılıp gitmeye özenen kibrit çöpü olmayı diliyorum. Ya da kızıl gerdan kuşlarının dans ettiği mütevazı bir çalı...

Eskiden yüksek ve heybetli çınarlara benzemek isterdim. Şimdi ise bir zerre olmak daha cazip geliyor. Sonucu ne olursa olsun her şeyi gönlümce yaşamayı istiyorum. Su içerken bile kendini dünyanın en hünerli kişisi gibi hissetmek. Yaşamdan tahminlerin üzerinde bir haz duyup ölümün asaletine tebessüm edebilmek...

Siz aklıma çığ gibi düşüyorsunuz her defasında… Çağrışımlar o derece artıyor ki ne yazacağımı şaşırıyorum. Enerji bu! Nöronlar çarpışıyor; zihnim gönlümle el ele saat gibi çalışıyor...

Gülümseyip diyeyim ki: “Acı da benim sevinç de! ikisi, birbirinin dostu olsun. Küsmesinler hiçbir zaman. Tamamlasınlar birbirlerini. Kabulümdür “Cancağızım”. Şikâyet etmek yok! Ufacık serzenişler olabilir saman alevi gibi. O kadar...

Ne diyeyim ben size? Kalbim pır pır olsun; çalı olamazsam da bari o çalı senin bu çalı benim bir kızıl gerdan olayım… Acımdan olsun göğsümün kızıllığı… Ya da bir kocayemiş ağacı yamaçta; seyredeyim âlemi keyifle ve meyvelerimi sunayım eşe dosta; beklentisiz…

Tamam! Acele etmeyeceğim! Ah şu sabır yok mu? Gelip avucuma konsa, şeker gibi olacağım. Acele etme sabret diye kaç kere tekrar etmeliyim bilmem! Küçük bir çocuk gibi oluyorum ya bazen! O yüzden bu sabırsızlık… Çocuklara yakışıyor fakat bu koca adama yakışmıyor. Fırsatını bulunca acelecilik bulutları altında ıslanıveriyorum. “Dur bakalım Hidayet kardeşim!” Önce yapı bitsin harç donsun; bina vücuda gelsin. Nedir bu yağmurda ıslanma sevdası? Ah şu gönlüm yok mu? Beni bu hallere düşüren çapkın gönlüm! Aşk’a, seviye sevdalı gönlüm… İlle de aşk diye çırpınıyor. Âşık olacak biri olmayınca bile aşktan yanan bir gönül bu. Kendi içinde yaşıyor yine de dediğim dedik hayal ormanında bir ceylanın peşinde seke seke aşk peşinde koşuyor... Karacaoğlan’a özentim bundan!

Anlatın artık şu rüyayı! Kavuşsun ellerimiz kırk yıllık sevdalılar gibi… Cana cana katan türden... Tahmin edemeyeceğiniz kadar şen biri olayım. Sıkıntıları öteleyeyim…

Yeter! Anlatın şu rüyayı!



Hidayet DAL/ISSIZ ADAM

20 Aralık 2007 Perşembe

Son yazı/BİR SEVGİ DENİZİ!

İlk bakışta bunca şaşkın ve sakar olabilir mi bir insan? Seni ilk gördüğümde; yüzündeki sıra dışı tebessüme, parıltıya takıldı ayaklarım; bir sakarlık yaptım işte, kendimi yere düşürdüm… Yıllar geldi geçti önümden bir kervan misali, yeri böylesi özlemedi dizlerim! Zarif ellerinden, bir kelebeğin kanadına dokunurcasına büyük bir şefkatle, sevgiyle tutmak istedim. Gözlerinin mahşerine, mahzenlerine girip beni esrikleştirecek o muhteşem yıllanmış şarabını içtim… Durgun, asude, dinlendirici bakışına bin kere serenat getirdim… Artık işrete de hacet kalmadı; daima esrikliğindeyim...

A benim kuzum, sen ne duydun hakkımda bilmem fakat çocuklar gibi patavatsız, pervasız oluşum; içimden ne geliyorsa söyleyişim bu yüzden…

Sorsan şimdi bana! Vuslat ellerinde, kavuşmak ister misin diye! Vallahi istemem sevgilim. Ben senin ruhunu sevdim ve o hep yanımda… İçimde yarattığım dünyayı bir bilsen, sen de şaşar, sakarlaşırdın eminim.

Sırlı biriydin, kendine esaret… Fakat bir o kadar ince ve insanca… Her söylediğinden etkilendim, sen de etkilendin; ister kabul et ister etme! Ben senin yorganına düşkündüm, içimin karanlığını ısıtan…

Sevgi Tanrı’nın eseri demiş ya “Sevgili Fecri EBCİOĞLU”; sevgi Tanrı’nın eseri canımın içi… Ben ne tanrıyım ne de peygamber; yine de dünyamı değiştiren anlamlı bir şehir yarattım sende, ışıklı sokaklarını gezdim, hiçbir ayağı kucaklamamış kaldırımlarını öptüm… Ulaşılmazımdın, vuslatımdın… Ben senin ulaşılmazlığını, erişilmezliğini de sevdim... Elimi uzatıp dokunduğumda kaybolacaksın diye korkularla düşüp kalktım. Bunu çok iyi biliyorsun ki kavuşmayı darağacı bildim. Küçücük bir tebessümüne, senden gelen bir gülüşe neler ektiğimi, neler yeşerttiğimi bir bilsen kollarıma atılırdın… Yanılgın buradaydı ömrümün sebebi, bunu da istemedim. Kimi hor gördün belki, kimi insanlığımı sevdin, sürekli yön değiştiren yarım akıllı bir deli rüzgâr bildin. Aklımdan şüphe ettiğini bile düşünmedim değil! Cancağızın sağ olsun, senden gelen her şeye kefilim. Ne sırtımda bir kambur ne de yüreğimde bir höyük, gönül toprağımda gülşensin sevgilim… Beni “yar” bellemen değil ki dileğim; bir karşılık gelsin diye sevmedim ki seni.

Şimdi daha iyi anlıyorum yaşanmışlıkları. Güzel Yaratıcı, depremden hayata döndürdüğünde, seni sunmakmış amacı… Bu nimetlerin en büyüğüdür yalan dünyayı gerçek kılıp cennete çeviren… Oysa kaderime razıydım. Hiç şikâyet etmemiştim biliyor musun? Anlık serzenişlerim olsa da tüm acılara tebessüm ettiğimi nerden bileceksin!

Uzağında yanacağım ve bir yangından ilk kez bu kadar hoşlanacağım. Bu durum sürgit devam edecek ta ki ben ölene ve o nur yüzüne tebessüm edene kadar. Eğer cennet varsa sevgilim; dilerim ki seni benden fazla seven olsun cennette eşin.

Bütün bunlara bir damlacık bile olsa üzülmeni istemem. Başka bir duam var ki; ne gelecekse seni üzen, hepsi bana gelsin canım benim.

Dolup taştığın sevgi denizinden bir yudum tuzlu su bende içtim. Yıllarım denizlerde geçti, deniz aşırı coğrafyaları gezdim, kendime sevgililer edindim. Yüzlerce gül kopardım dalından, fakat hiçbirine ihanet etmedim, ihaneti gördüğümde ardıma bakmadan çekip gittim. İlk defa terk edemiyorum. Terk et beni canım, ben senin terkine de razıyım. Bir sevgi, sevda dilencisi değilim ki! Gerçek sevginin sancılı yüreğimde olduğunu cümlesinden daha iyi bilirim. Artık sır kalmadı, bütün sırlarımı ifşa ettim.

Oldu ki; şimdi dedin, “ben seni çok sevdim” sağol be gözbebeğim…Bütün kapıları kapattım, ben sana bu dünyada gelmeyeceğim.


Hidayet DAL

***Son şiir/şehir doğan yurt !***

sevdiğim gözlerinizi kapayın lütfen !
sizde doğan yurdu anlatın bana,
çırpınan dalgalarıyla çapkın denizi önünde,
sessizliği konuşan ormanı arkasında…
hayır anlatmayın!
yaşayın mutlaka!
yaşayıp da yazın lütfen!

bir ev düşünün,
içten merdivenli tahta tırabzanlı,
ahşap ezelden,
ve taş temelden…
yılların yorgunluğu,
sıvanmış olsun yüzüne…
çatı katlı,
üstü açık terası,
akça pakça saçı,
saçakları…

önünde heyula gibi bir bahçe;
gölgesinde,
yürek yangınlarını serinleten;
yaşlı, geveze ağaçları,
öptüğüm gönlünüze hamak kursun!
Ve bir de kameriye…

yemin ettim,
tavla oynamamaya…
yeminim bozulsun,
tavlaya aşkınıza !
acı kahve dudağımda,
yedi mahalle ıtır koksun,
karakedi çiçekleri sarılsın duvarlara…
yaseminler kopartmaya kıyamadığınız!
küpeli leylakları,
sevda rayihasında…
ve karadutlar düşsün avuçlarınıza
“lütfen beni yer misin?” şarkısıyla…

sonra belli belirsiz bir siluet,
bir hülya…
ayağım takılsın,
aşık olduğum bakışınıza…
size kalbimin tebessümü,
hep kalsın aklınızda…
bir nurlu gülüş çınlasın canımda,
soyunuvereyim bütün insancıklığımdan…
doğduğum an kadar,
temiz olayım,
anadan üryan…

mahcup olayım,
utanayım bir sizden,
yanağımı koyayım,
dağ gibi duruşunuza…
sevin beni,
fakat dokunmayın lütfen!
dokunduğunuzda,
kaybolacak bir rüya gibi,
sevin beni;
haberim olmadan…

dört mevsimi yaşasın,
içimde ağlayan çocuk…
sonuncu mevsim,
çılgın bir zemheri olsun,
ne kadar mutlu soluğum varsa hayatta,
size helal olsun!

dile getirin bunları mısralarda,
sarayım, sarmalayayım;
öpeyim mısralarınızı.
öpeyim de sarınayım!
mısralarınız yorgan olsun,
üşüyen karanlığıma…


hidayet dal

avare

size doğduğum güne kadar;
hiç böylesi yeri özlemedi dizlerim.
serenat mı istersiniz?
açın gözlerinizi!
gözleriniz, gözlerim––esrikleştiğim.
içimdeki meydan muharebesi,
mahşer yerisiniz.

bir sakarlık yapıp kendimi düşürdüğüm,
usumda çağlayan “su” sesiniz.
patavatsızlığım, pervasızlığım bundan!
merhabanıza muhtaçlık tek eksikliğim,
kelebek kanadında çocuk hallerim.
gel keyfim gel; sermest olduğum,
akıl avareliğimsiniz.
yok ki şikayetim!


hidayet dal/Can Sokağı Lambaları
aralık ikibinyedi

küsküt

ezberini unuttuk şiirin.
dağa kaldırdık anasının koynundan!

iltifat gördü
kendi gölgesini görmezden gelip
başkasının gölgesinde boğulan...

küsküt dedik ya daha önce
bu ’küsküt’ten de öte!

benim de aklıma gelmez mi küfür?
küfür Neyzen’in ağzında "gül"dür.
demez miyim "dilin ısır"
/deeeeey! dağılır aklım !

ya çıkar mezarından şair
ya da kurtulur eşkıyadan şiir...


Hidayet DAL/Can Sokağı Lambaları
19.12.2007

p e s

istemem
aklında dolanan
tilkilerin kuyruklarına asılmak…
halim
egemen olma dürtüsünden
bir hayli uzak.
haset etme n’olur
derdinden bahset bana!
benim gibi hüzün var mı içinde?
alıp koparan şu karanlık göklere…
kah kanatlandıran,
kah yerçekimince
sırtı yere vurulan!

ne dedin efendim?
her nefes göz nuru olmalı mı dedin?
tatlı bir biçim verebilmeli
hayata öyle mi?
şiirin sonsuzlukta ahenkle uçuşu gibi
hiç kulaklarını çınlattı mı
sessiz gecenin senfonisi?
sevdin mi yari benim gibi?
hayallerin var mı eller tutulur?
dostlarını yar bildin mi?
kardeş!
tezgaha mı düşürdün bizi?
p e s !
bunlar için değil mi bütün heves?
çaktırmadan kambur feleğe;
saydın mı ömrüm kaç nefes?


Hidayet DAL/ISSIZ ADAM
can sokağı lambaları - 21.11.07