21 Aralık 2007 Cuma

Aşk rüyası.. .

Size ihtiyacım olduğunu seziyorsunuz belki de! Gereksinimimi inkâr mı edeyim! Eksikliğinizi daima hissediyorum. Yıkılmaz bir anıt gibi düşünürken kendimi, şimdi öyle yorgun ve ağrılarla doluyum ki koluma biri girmese yere yığılacak bir hüzün yumağıyım dertop olmuş... Bu yüzden mi kayıtsızlığınız? Yılların biriktirdiği dağ yangını, deprem kalıntısı yalnızlığımın altında kalmış gibiyim. Zorlanmaya başladı kalbim... Şikâyet ediyor benden. “Bırak kendini” diyor. “Yıllardır nedir senden çektiğim?”

“Tedavi et kanatlarımı; onar yaralarımı; sızlamaktan acıdı canım; yetişir! Bende çocuklar kadar gülmek isterim. Ya öldür beni ya da uçur maviliklere; özlemlerimi çağlamak, bırakmak istiyorum kendimi çakmaktaşlı bir akarsuyun kucağına… “ Gönlüm iyice sıkıştırmaya başladı beni… Ona yardım etmezsem terk etmeye karar vermişçesine korkutuyor, çok uzaklara savrulacağını söylüyor! Elimden kayıp giden bir yıldız misali göçüp gidecek karanlığıma ektiğim gökyüzünden!

Artık ay aydınlık olmak istediğini haykırıyor! Bir birikmişlik var içimde çok uzun zamana yayılan… Kimselere anlatamadığım, kelimelerin tarifine yetersiz kaldığı... Öyle hassas bir kalp olmalı ki karşımda; güvenebileceğim, kendimi savunmasız bırakabileceğim, tüm zırhımdan soyunacağım biri işte… Maneviyatımı anlamlandıran bir arınma hali... Şimdi yaralı kalbimi versem iki avucunuza bir kuş gibi ve önünüzde diz çöksem; dilesem sizden bana gördüğünüzü söylediğiniz şu rüyayı…

Anlatsanız; “sır”sız; bütün yalınlığıyla... Ve bir gerçeğin şarkısını dinlesem hiç unutamayacağım; ezberlemekten usanmayacağım… Yeni doğmuş bir şarkı olsa yaralı yüreğimin kulaklarında.

Hayatta yapayalnız kalsam da onu avutacak bir şarkım olsa en azından. Cömertliğinizi gösterin bana! Serçelere sunulmuş buğday tanelerince duygunuzu bir güzel serpiştirin yaralarıma… İçinde hazanda olsa bu enfes şarkıyı dinlesin yüreciğim; çevir çevir yeni baştan başka hiçbir ezgi duymamacasına…

Bırakmayayım kendimi tarifsiz boşluklara, anlamlansın gökyüzü, baktığım deniz, soluduğum hava… Artık bıktım zafer kazanmaya çalışmaktan, bu savaşlarda yaralandım, kabuk bağlattım, dağladım yaralarımı “kor”la...

Bir kere de yenilmek istiyorum bu savaş meydanında. Ellerimi kaldırmak bütün teslim olunmuşluğumla...

Yaşadığım hayata karşı açık vermek istiyorum. Bir kuş kadar savunmasız olmak ! Acıya dayanıklı olabilirim. Yine de yaşamım tamamen kontrolümde diyemem. Daha çok; akışını ve berraklığını sevdiğim bir nehrin coşkusuna kapılıp gitmeye özenen kibrit çöpü olmayı diliyorum. Ya da kızıl gerdan kuşlarının dans ettiği mütevazı bir çalı...

Eskiden yüksek ve heybetli çınarlara benzemek isterdim. Şimdi ise bir zerre olmak daha cazip geliyor. Sonucu ne olursa olsun her şeyi gönlümce yaşamayı istiyorum. Su içerken bile kendini dünyanın en hünerli kişisi gibi hissetmek. Yaşamdan tahminlerin üzerinde bir haz duyup ölümün asaletine tebessüm edebilmek...

Siz aklıma çığ gibi düşüyorsunuz her defasında… Çağrışımlar o derece artıyor ki ne yazacağımı şaşırıyorum. Enerji bu! Nöronlar çarpışıyor; zihnim gönlümle el ele saat gibi çalışıyor...

Gülümseyip diyeyim ki: “Acı da benim sevinç de! ikisi, birbirinin dostu olsun. Küsmesinler hiçbir zaman. Tamamlasınlar birbirlerini. Kabulümdür “Cancağızım”. Şikâyet etmek yok! Ufacık serzenişler olabilir saman alevi gibi. O kadar...

Ne diyeyim ben size? Kalbim pır pır olsun; çalı olamazsam da bari o çalı senin bu çalı benim bir kızıl gerdan olayım… Acımdan olsun göğsümün kızıllığı… Ya da bir kocayemiş ağacı yamaçta; seyredeyim âlemi keyifle ve meyvelerimi sunayım eşe dosta; beklentisiz…

Tamam! Acele etmeyeceğim! Ah şu sabır yok mu? Gelip avucuma konsa, şeker gibi olacağım. Acele etme sabret diye kaç kere tekrar etmeliyim bilmem! Küçük bir çocuk gibi oluyorum ya bazen! O yüzden bu sabırsızlık… Çocuklara yakışıyor fakat bu koca adama yakışmıyor. Fırsatını bulunca acelecilik bulutları altında ıslanıveriyorum. “Dur bakalım Hidayet kardeşim!” Önce yapı bitsin harç donsun; bina vücuda gelsin. Nedir bu yağmurda ıslanma sevdası? Ah şu gönlüm yok mu? Beni bu hallere düşüren çapkın gönlüm! Aşk’a, seviye sevdalı gönlüm… İlle de aşk diye çırpınıyor. Âşık olacak biri olmayınca bile aşktan yanan bir gönül bu. Kendi içinde yaşıyor yine de dediğim dedik hayal ormanında bir ceylanın peşinde seke seke aşk peşinde koşuyor... Karacaoğlan’a özentim bundan!

Anlatın artık şu rüyayı! Kavuşsun ellerimiz kırk yıllık sevdalılar gibi… Cana cana katan türden... Tahmin edemeyeceğiniz kadar şen biri olayım. Sıkıntıları öteleyeyim…

Yeter! Anlatın şu rüyayı!



Hidayet DAL/ISSIZ ADAM

Hiç yorum yok: