sevdiğim gözlerinizi kapayın lütfen !
sizde doğan yurdu anlatın bana,
çırpınan dalgalarıyla çapkın denizi önünde,
sessizliği konuşan ormanı arkasında…
hayır anlatmayın!
yaşayın mutlaka!
yaşayıp da yazın lütfen!
bir ev düşünün,
içten merdivenli tahta tırabzanlı,
ahşap ezelden,
ve taş temelden…
yılların yorgunluğu,
sıvanmış olsun yüzüne…
çatı katlı,
üstü açık terası,
akça pakça saçı,
saçakları…
önünde heyula gibi bir bahçe;
gölgesinde,
yürek yangınlarını serinleten;
yaşlı, geveze ağaçları,
öptüğüm gönlünüze hamak kursun!
Ve bir de kameriye…
yemin ettim,
tavla oynamamaya…
yeminim bozulsun,
tavlaya aşkınıza !
acı kahve dudağımda,
yedi mahalle ıtır koksun,
karakedi çiçekleri sarılsın duvarlara…
yaseminler kopartmaya kıyamadığınız!
küpeli leylakları,
sevda rayihasında…
ve karadutlar düşsün avuçlarınıza
“lütfen beni yer misin?” şarkısıyla…
sonra belli belirsiz bir siluet,
bir hülya…
ayağım takılsın,
aşık olduğum bakışınıza…
size kalbimin tebessümü,
hep kalsın aklınızda…
bir nurlu gülüş çınlasın canımda,
soyunuvereyim bütün insancıklığımdan…
doğduğum an kadar,
temiz olayım,
anadan üryan…
mahcup olayım,
utanayım bir sizden,
yanağımı koyayım,
dağ gibi duruşunuza…
sevin beni,
fakat dokunmayın lütfen!
dokunduğunuzda,
kaybolacak bir rüya gibi,
sevin beni;
haberim olmadan…
dört mevsimi yaşasın,
içimde ağlayan çocuk…
sonuncu mevsim,
çılgın bir zemheri olsun,
ne kadar mutlu soluğum varsa hayatta,
size helal olsun!
dile getirin bunları mısralarda,
sarayım, sarmalayayım;
öpeyim mısralarınızı.
öpeyim de sarınayım!
mısralarınız yorgan olsun,
üşüyen karanlığıma…
hidayet dal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder